Salı, Ocak 26

İstinye Park 2


Madem konu istinyeden açıldı ikinci bir post ile devam edelim sıkmayalım uzun uzun.

Şimdi malumunuz vecihi milyon dolarlık bir esnaf lokantasında genelde öğünlerimi geçiştiriyorum ne ka güzel...

Gazetelerimizin magazin sayfalarında sıklıkla hede höde x y z bilimum ünlügiller bu avm içinde dışında yöresinde görünmekte görüntülenmekte. Şahsen ben henüz hiç rastlamadım. Görcem inşallah hayırlısıynan pusudayım her daim.

Burnu estetikli, gözü botokslu, yanağı dudağı şişme teyzelere ablalara kimin karısı acaba hmmm diyerek dolanır oldum. Malum sosyete de takılıyor. Şimdi banene bundan ama di mi? Görsem elime ne geçecek? Sokakta ünlü bi şarkıcıyı görüp haala "sen o musun" diyen güruha mı katılıcam ki? Bendeki sadece merak. Bunca resmi çekiliyor ya bunların. Hangi ara nerde çekiliyor beni servis başka yerde mi bırakıyor?
Ama yok gelen arkadaşlar genelde şunu gördüm bunu gördüm envanteride yapıyorlar. Ağlasam sesimi duyar mısınız?

Sonra birgün ben bunu haftanın 3 günü komşum olan şirket doktorumuzla paylaştım. Dedim ki "doktor bana bi ilaç yaz herkes görüyor ben görmüyorum hayırdır ne iş?"

Doktor dediki, demedi gözlerimi açtı açmakla kalmadı enseme bi şaplattı. Yavrucum kendine gel dedi. Onlar senin benim gibi içeri kısımdaki mekanlarda mı takılıyor sanıyorsun? dedi. Şırekteki üzgün kedi edası ile baktım ona. (Bildiğiniz gibi bu avm'nin bir de bahçesi var ki olay orada zaten)


Çok da umrumda değildiler de zaten acaba dedim sosyetik karası mı var bende tavuk karası gibi?

Gitmeyenler için belirteyim memleket sınırları içinde veya dışındaki pek çok avm den pek bi farkı yok. Yani en azından bordrolu bir çalışansanız:) E malum gireceğiniz mağazalar belli. Ha derseniz ki yok ben pradadan aşağı giyinmem ofise öyle giderim. Allah şaşırtmasın efenim ne diyim...




İstinye Park 1


Uzun zamandır yazmak siteyip yazamadığım konu post makale röportaj vs vs...

2 senedir bir istinye parkımız var nur topu gibi. Canımın İstanbul köşesinin boğazdaki köşesi istinye de konuşlanmış bir sosyetik avm.

Ama malesef kendisi benim hayatımda esnaf lokantasından öteye gidemiyor.

İş yerimin coğrafik konumundan dolayı bu avm ye sıklıkla gideriz. Genel gitme amacım yemek yemeyi bir zevk edinmiş bünyemi doyurma amaçlı olup sıklıkla kapısını aşındırırım. O yüzdendir ki kendisi benim için bir öğle yemeğinin yendiği lokantadan, çay içilen ufak büfeden pek bir farklı değil. ( yazık lan)

Oysa açıldığında nasıl parlak gelmişti gözümüze. İstinye Park mı vuuuuuuuuu? derdik falım sakız reklamındaki yaşlı amcalar gibi. Giderken ayrıca süsleneni şık giyineni biliyorum ben ya söyletmeyin şimdi neyse...

Milyon dolarlık yatırım yap fuli kalksın esnaf lokantası muamelesi yapsın olcak iş mi? Tü sana.

Pazartesi, Ocak 25

Karlar Düşer...

Ve dualarım kabul oldu memleketim İstanbuluma kar düştü. Sevinçlerden sevinçlere koştum bu sabah. Servisten inmem ile bembeyaz bir örtü "hoşgeldiniz fuylanımmmm" der gibi idi. Zıpladım üstüne hemen. 2 3 kartopu denememden sonra içeri girdim...

Sabah 7 den beri aralıksız olarak maslak ve civarında tipi şeklinde bir yağış var.Ben o pencereden bu pencereye koşuyorum. Öğlen can havli ile dışarı çıkıp biraz oynadık koca koca insanlar olarak. Eh olsun o kadar di mi?

Sonra işten erken çıkacağımız maili geldi, arkadaşım işten çıktım haala yoldayım 2 saate varamam dedi ki evi işe 20 dk. Sonra ben heyecan yaptım babamı aradım. Kendisi Tuzlada çalışıyor.

"Alüvvvvvv babaaaa burda kar kış boran tipi biz erken çıkıcaz" dedim. Tüm sevincimi yerle bir eden cevabı verdi babam
"yooo burda bişi yok günlük güneşlik" Nasıl ya?? Hani yurdu kaplamıştı kar? Yurtdışı mı orası? Bizim orada da yoktur o zaman? bu ne dünya kardeşim???

Ben nöbetöçi kalayım en iyisi doya doya izliyim şu güzelliği :)

Maslaktan kar manzaraları akşam evden anca :)

Pazar, Ocak 24

Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi!!


"Ben atatürkçüyüm, ben cumhuriyetçiyim, ben laikim, ben anti emperyalistim, ben tam bağımsız türkiye'den yanayım. Ben özgürlükçüyüm, ben insan hakları savunucusuyum. ben terörün karşısındayım, ben yobazların hırsızların vurguncuların çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiç bir konuyu yalanlayamadınız.

Öyleyse vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır! "

Uğur Mumcu..

http://fizy.com/s/1ajnkj

Perşembe, Ocak 21

Sevmiyorum Seni


Ömr ü hayatında giymeyi sevmediğin tek şey nedir deseler? Derler mi? Desinler! Oldu ki dediklerini var sayıyorum ben; "gömlek" derim onlara. Kimlere?

Şu önden düğmeli olanları var ya hani? Sabahlarımın katili, sinir harbimin tek sebebi. Sevemedim bi seni.

Tanıştığımızda küçücüktüm ben. Her sabah uykulu gözlerle kalk tek tek iliklere yuvarlak plastikleri sok. Kim icat etmiş acaba? Çok düşünmüş mü bunu tasarlarken? "Arkadaş bi giysi tasarladım evlere şenlik valla giyen bi daha çıkaramıyo süper" demiştir. Giyen bi daha çıkarmakla uğraşmadığındandır o bu hisse kapılmış.

Yapı itibari ile gömleğe aykırı bir genetğim var ama sevmeme sebebim tamane tembellikten ve beğenmediğimden.

Omuzlarım akranlarıma göre geniş olduğundan gömlekler beni iki omzumdan tutan koruma gibiler. Zaten estetik değiller. Düğmelerin arası hep pot durur açılır, oturursunuz bazen göbeğiniz pörtletir düğmeleri açılır. O düğmeler ki sabah iliklenmezler, akşam açılmazlar.

Hiç bir sabah tek seferde düz iliklemişliğim yoktur düğmeleri. Hep bi sayarım denkleştiririm. son çare alttan üste iliklerim. İnsanoğlunun kendi kendisi için ürettiği ilk işkence araçlarından birisi sanırsam.

Sahi kim bulmuş ki seni?

Salı, Ocak 19

Ne Denir?


Önce hareket edip sonra düşünen insana ne denir?


Her sabah evden çıkmadan camdan dışarı bakmayıp fönlü saçlarla sağnak yağmura yakalanan fuliye ne denir?

Peki 3 senedir bunu alışkanlık haline getirememek tembellik değil de nedir?

Yok bugün fönlü değildim ama öyle yakalandığım günlerde olmadı değil. Artık elimde çanta poşet ne varsa kafama geçirerek yürümüşlüğüm çoktur..

Camdan bakmaya üşenip yaz günü açık ayakakbılarla bir yaz yağmuruna tutulmak da bunlarla eş değerdir!
Dalgınlık ve şaşkınlık üzerine anılarımız yaszam roman olurdu muhtemelen. Kafasınsa sürekli bin bir tilki dolanan her birinin kuyruğu havada olan bir ben var ki evlere şenlik.
Çok kereler yürüdüğüm yolda rot balans ayarımın olmamasından kaldırımdan yola doğru kaykılmışlığım vardır ki çok kereler zincirleme fren seslerinin etrafta duyulmasına sebep olmuşumdur.
En son dün dolmuşa koşacağım diye dörtyol ağzında attım kendimi yola. Kucamaannnn bir kamyonet tamponuyla bi koklaştık kendisinin. Şöförüde pek bi iyiydi saolsun. Ben korkarak şöför mahaline baktım, şu anda kulaklarım feci çınlıyor bir güzel sövüyordur diye. Adam seni gidi seni dikkat etsene evladım ayarında kafasını sallıyordu. İçinden geçeni bilemeyeceğim o ayrı mesele.
Şu dalgın ve şaşkın hallerim yüzünden az arabanın kaportasının tozunu almamışımdır heralde.

Cumartesi, Ocak 16

Bir Nesil Böyle Büyüdü

Geçen gün gördüm onu TV de. yine ilginç ilginç laflar ediyordu. Karabatak misali gözümde. ama her çıkışında adı gibi daha da batıyor hem gözüme hem de gözümde.

E çok umrunda da değildir zaten benim gözümdeki izdüşümleri. Kendisi de benim çok umrumda değil zaten ama görüyorum işte.

Kimden bahsettim ki ben şimdi? Baş harfi Nihat Doğan !!

Ergenliğimin ilk yıllarında gördüm ilk olarak Tv de. Hafızalara kazınan ve benim de hafızama malesef kazınan bir şarkısıyla hemde.

Acaip bi şarkıydı o. Cam kırığı sesi efektiyle gelen bir "kırdın kalbimiiiiii" sözü vardı ki beni benden alıp dertlere saldı.

Hani olur ya sabahları uyanırsınız, saçma sapan şarkılar dolanı verir dilinize. Oysa aslında dinlemiyorsunuzdur bile o tarz şarkıları. Ama kulaktan duyma zar zurt derken bi bakmışınız sabah dolanır dilinize.

İşte benim dilimde sabahları bu adamın bu acaip şarkısı var. Birden mırıldanırken buluyorum kendimi. Bazen Aslı'yı gıcık etmek için cam kırığı efekti yapıyorum sonra da nağmeli kırdığn kalbimieee diyorum.

Ne yapsam dilimden ve hafızamdan bu abinin bu şarkısını malesef söküp atamıyorum...

Bir nesil böyle şarkılarla heba olup gidiyor...

Konu Neydi?


Dün bir telefon çaldı ...

Benim telefonlarım hep çalar zaten...

Açtım...

Karşıdan bir bayan sesi

-İyi günler

dedi

-İyi günler

dedim

- İyi günler

dedi "yine"

(sustum)

Konu neydi???

Perşembe, Ocak 14

Doğum günü


1983 Ocak 14. Bir telgraf gitmiş Erzincan'a. Evin buz tutan su borularını çözmekle uğraşıyormuş tüm ev ahalisi.
"Bir oğlumuz oldu adı Burak" diyormuş telgraf.
Kara kışı soğuğu unutmuş ev ahalisi. Isınmış hepsinin içi.


2010 Ocak 14. bugün abimin doğum günü. 1,5 Sene sürdüğü saltanata benim ile son verilmiş olsa dahi ailenin ilk göz ağrısı ilk torun ilk evlat. Ben kazandibi. Tam 25 sene dip dibe sadece askerliğin ayırdığı 1,5 sene. Yaşanan binbir hatıra, yalnız geçirilmeyen çocukluk benim abim var bak seni döver güveni...


Doğum Günün Kutlu Olsun abi...
Not: Resim 90'ların başında bir kurban bayramında Bursadaki evimizin balkonunda çekilmiş.

Çarşamba, Ocak 13

Yeteneksizsin Türkiye

Var mısın Yok musun isimli izleyene hiç bişi vermeyen dahiyane yarışmadan sonra şimdi de başımıza Yetenek Sizsiniz isimli yarışmayı musallat etti Acun Ilıcalı.

Bu ismi koyarken çok düşünmemiştir eminim. İçinde bir laf oyunu olsa da aslında verdiği mesajı bir kaç bölüm izledikten sonra çok net algılıyorsunuz. Yeteneksizsiniz efendim yeteneksiz.

Popstar isimli yarışma ilk yayınlandığında uzun kuyruklar olmuştu malum. O yarışmadan sonra şöyle düşünmüştüm ben "bi daha yapılsa bu katılan olmaz heralde bu kadar çok" ama yanıldım. Her bir popstar ve türevinde halkımız aştı kendini.

Bu yarışmanında reklamları dönmeye başladığında verdiğim ilk tepki "kesin her türkü söyleyen sesi güzel olan ya da öyle sanan katılacak" eh yanılmadımda.

Bölümler yayınlanmaya başladıkça özellikle gençler arasında yayılan rap aşkını gördüm. 10 11 yaşındaki veletler çıkmış hiç birinianlamadığım kelimeleri ard arda ritmik söylüyordu.

Olabilir bu bir yetenek ben hiç beceremem rap yağmayı. Çok konuşurum aslında ama bu kadar hızlı olamam dilim boğazıma kaçar falan kendi kendimin katili olurum.

Bu yarışmayı izledikçe insanların yetenekten anladıkları ne yada bu yarışmadan anladıkları ne onu düşünmek gerek. Aslında yaptıkları kendilerine göre bi yetenek çünkü ben gözümden su kaçırtamam (var böyle biri evet), ya da poşet alıp acaip sesler çıkartamam bi horoz taklidim ü ürü ü den öteye gitmez.

Bunlar kendilerince yetenek olsa dahi halka mal olmak denen kavramı kavrayamamış insanlar. Misal horoz taklidi yapan abinin başka bir meziyeti yok. E ben ne yapayım 20 sene bi Sezen Aksu dinlemişiz 10 senedir Candan dinliyoruz kalan hayatımda horoz sesi mi dinleyeceğim radyolarda?

Şeftaliden Bozma Koltuk


Çok önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim şeftaliden huylanan bir tipim. Şeftali yetmezmiş gibi türevleri olan; kayısı,çağla, kadife ve yeni yıkanmış yün kazaklarıda elleyemem.

Şu anda belkide hayatımın en zor yazısını yazıyorum bu konudan bahsederek ama yazmam lazım içimi dökmem lazım ey okur.

Pazar günü bel fıtığı teşhisi ile amelyat olan arkadaşımızın evine ziyarete gidecektik. buraya kadar herşey gayet normal. Hafta içi arayamamış olmanın huzursuzluğunuda atmıştım nasılsa gidiyoruz diyerekten. giyindim kuşandım ve evden çıktım.

Diğer arkadaşlarla da buluştuktan sonra eve varabildik. Buraya kadar da mutluyum huzurluyum. Ne zaman ki evin kapısından geçip bizi ağırlayacağı odaya girdik benim için işkence dolu saatler başladı.

Arkadaşımın zevkle döşenmiş evinin koltuklarının kaplaması kadifemsi bir kumaştandı!!! Aman tanrım o nasıl bir duygudur. Işığa tutulmuş tavşan gibi kaldım öylece. Tutsam tutamıyorum, hareket bile edemiyorum ey okur var sen düşün halimi. Bir kasa şeftaliye oturmuş gibi oldum...

Ben hareket ettikçe gelen o hış hış sesi beni benden aldı dertlere saldı. Salonda oturacak başka yerler aradım. O an herşey takım olsun uyumlu olsun zihniyetine nasıl sinirlendim anlatamam.

Oturabileceğim tek şey sandalyeler idi, ama onlarda bu uyum felsefesine kurban gidip aynı kumaşla kaplanmışlardı. Gözümü karartıp sehpaya ya da "bizim evde koltuk yok biz yerde otururuz" diyip yere çömelmeyi bile düşündüm.

Ellerim dizlerimde olabildiğince sabit yüzümde kekremsi bir gülümseme ile ziyareti bitirdim. Bundan sonra ziyaretlere yanımda bir adep muşamba ile gideceğim.

Yoğun Bakım

Hep merak ederdim yoğun bakım nedir? Nasıl olur diye. Sonra allah sesimi duymuş olacak ki annemi hastaneye yatırdığımız sene kaldığımız yerin yan odası hastanenin yoğun bakım odasıydı.

Yaklaşık 1 ay ilk bir hafta geceli gündüzlü sonrasında sabah git akşam gel ekollü refakatçilik serüvenim başladı. Yer yön duygusu olmayan bir insan olarak son 3 hafta oldukça stresli geçti. Bi türlü nerede ineceğimi öğrenemediğimden ilçe sınırına girdiğimiz anda otur kalk şeklinde geçti dolmuş yolculuğum.

İlk gün baya ağır hasta bir teyze taburcu oldu ve ben onun yatağını hayatımda ilk defa gördüğüm taburcu olduktan sonra yine hiç görmediğim bir abla ile paylaştım. Uyumak hak getire kılımı bile kıpırdatmadan gözlerim tavanda saniye saydım. Sonra zaten yatağı feci benimsedim ne kitaplar ne cipsler bitti o yatakta :) Annem kalk kızım burası kitap okuma yeri mi dese de başka türlü kafa dağıtmanın yolu yoktu çünkü yan odamda her an her saniye ölümü bekleyen 8 kişi vardı.

Annemin yanına girmek için de çıkmak için de o odanın önünden geçmek zorundaydım. Mecburen kayıyordu gözlerim camekanın ardında yaşamak için hayata tutunan ya da aslında çoktan pes eden insanlara. Tepkisiz bembeyaz ve çoğu yaşlı insanlardı. Çoğunun yanında kimse yoktu! Aslında o anlarda duadan başka birşeye ihtiyaçları da yoktu.

Her biri için ayrı hikayeler yazdım her geçişimde. Belki gençken ne kadar güzeldi şu beyaz saçlı teyze kim bilir kimler koşmuştu peşinden de şimdi burada tek başına sadece nefes alıp vererek belkide neler neler düşünerek yatıyordu öylece.

Yanındaki kel amca ne kadar zayıf. Oysa kim bilir ne kadar güçlü kuvvetliydi işinde çevresinde sevilen saygın biriydi. ama şimdi benim kendimce ona yazdığım bir hikayenin baş kahramanı oldu. Git başımdan be çocuk diye kızmıştır belki hissedip ona baktığımı.

Ölüm o derece yakındı bize günlerce. O yeşil çizgiler kırmızılar inip çıktıkça makineler dıt dıt ettikçe. Dıt sesi kesintisiz gelmeye başladığında artık çok korkmamaya başlamıştım. Ölüm bu kadar yakındı işte. Yan odamda 8 bedende yatıyordu bekliyordu pusuda.

Alıştım artık neredeyse her gece bi insanın "xx dün gece vefat etmiş" denerek yatağını boşaltmasına. Sonra başka hayatlar başka hikayeler...

Yoğun bakım benim hayalimdeki gibi değildi. Adı gibi bir yoğunluk beklerken en azından bizim servisimizde sessizlik vardı sadece. Nöroloji servisiydi bizim kaldığımız yer. Yoğun bakım hastalarıda genelde beyin kanaması geçiren, düşüp ödem oluşan kurtulmasının mucize olduğu insanlardı.

Mütemadiyen birileri ağlıyordu odanın kapısının önünde. Her seferinde merakla "ne olmuş" diye soruyordum. Aldığım cevap malum ölüm haberiydi. Cevap değişmedi ama benim tepkim değişmişti. "Hııı allah rahmet eylesin" diyip geçiyordum kendi kaldığımız odaya. Gece kalmaları bırakınca sabah annemden alıyordum yoğun bakım envanterini. En şaşırdığım ve beklenmedik ölüm son günlerimize yakın gelmişti.

Orta yaşlarda bir kadın ağlıyordu donuk donuk. Meğer sakinleştirici yapmışlar ondanmış tepkisizliği. İçeride de değildi servisin önündeki banktaydı. "Ne oldu neden ağlıyorsunuz?" dedim. "kocam öldü" dedi. Şaşırmamıştım ama soru sormanın en zor olduğu anlardan biriydi çünkü o kadını hiç görmemiştim ben. Yatanlardan mıydı dedim. Meğer benim kahvaltıya gittiğim esnada getirilmiş bir hastaymış kurtaramamışlar. Nasıl olduğunu sordum. Alışmıştım ölüm o kadar olağan birşeydi ki benim için o 1 ayda. Cuma günü namaz kıldıktan sonra camiden çıkarken ayağı kayıp düşmüş kafasını çarpmış. Sonra anneme aldığım poğaçaları götürdüm, hayat bizim için kaldığı yerden devam etti.

Durduk yerde neden geldi bunlar benim aklıma bilmiyorum. O günlerden sonra aklımda kalan ölümün yan odamda uyuyabilecek kadar yakın olabilmesiydi.

Çok Garip Hareketler Bunlar


Gün geçmiyor ki televizyonlarımızda ilginç ilginç şeyler yaşamayalım. Malesef bizim ülkemizde devamlılık pek rağbet gören bir kavram değil. En bariz örneğini sezon başında aşk ı memnu dizisinde 1. bölüm finalini bembeyaz tenlerle kapatan çiftin 2. sezon birinci bölümünde olabildiğince bronz ve hatta yeşil kaşlarla bizi karşılaması ile yaşadık.


Bunlara alıştık artık kem küm neyse de toplumda güvenilirliği ile tanınan Seda Sayan hanfendü gözlerimi yaşarttı.


Şimdi malumunuz vecihi seda hanım antkelerde güvenilirlik sıralamasında açık ara önde gider. Programlarında çocuğu olmayandan buzdolabı olmayana kadar (örnekler arası geçiş süpermiş) ihtiyacı olana yardım eder. Kanatsız melek işte bildiğin.


O neye elini atsa ev hanımları gözü kapalı alırlar çünkü seda hanım tavsiye etmiştir vs vs...


Şimdi oynadığı son 3 reklamı göz önüne aldığımızda neye inanalım sedanımmmm diyesimiz gelmiyor değil.


Önce bir zayıflatma ilacının reklamında oynadı. Kendisi öyle kilo vermiş mi bilemem bizim tv pilasma hep şişman hep bi genişlik var tümünde birden. Bu reklamı izleyen ev hanımlarımız haliyle hapı kapıştılar gibi geldi bana.


Aradan zaman geçti gazlı bol kalorili bir içecek reklamlarında boy gösterdi. İçeceğin ismini öyle bir söyledi ki rüyalarımda dudaklarını büzüp büzüp "pepsi" diyen teyzeler kovalıyordu beni.


Şimdi ise bir pattis cipsi reklamında görüyoruz kendisini. Birdi iki olmuşlar misali oğlu da eşlik ediyor kendisine. neyse konumuz bu değil devamlılık.


bir zayıflatma hapının reklamından gazlı kalorili içeceğe oradan da en bi tehlikeli abur cubur olan cips reklamına geçiş nedir allasen?


Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi insana? Ya da bu bir danışıklı dövüş müdür? Hmm bak huylandım şimdi? Yiyin için sonra bu hapı yutun sittin sene kilo probleminiz olmaz mı demek istedi ki bize bu bak şincik???

Güneş Işığı Ödülü


Yıla güzel bir ödülle başladık ne güzel :)...
Çooook severek okuyup takip ettiğim Asu Teyzemin bloğundan bana geldi bu ödül.
Teşekkür ederim :)

Perşembe, Ocak 7

Kardeş


Bundan yıllar yıllar evvel bir evin bir kızı kazandibi olarak teşrif etmişim dünyaya. Çok sinsi bir gelişim olmuş aslında ama karakterime mal edilmesin bu tamamen annemin saflığından akynaklı sanırsam ki ben de pek saftirik bir çocuk olarak bu yaşlara geldim.

Benden bir yaş büyük abi dediğim bir kardeşim var. Ben isimle hitap ettikçe babam "abi" diye düzelttikçe adı abi kaldı bende. Abimle aramızda pek yaş farkı olmadığından annem bana hamileyken benim farkımda değilmiş. Ne var ki bunda demeyin efenim ben tam 5 aylık olmuşum da ruhu duymamış o derece. Abimi doktora götürdüklerinde öğrenilmişim ben. Az daha kassam demek ce eee diyip gelecekmişim dünyaya neyse. Doğum hikayemde böyle bi acaiptir.

Abimle ergenliğe kadar ikiz gibi büyüdük. Boylar tipler kıyfetler hep benzer gitti. Ne zaman ki 10 lu yaşlara geldik abim boy attı ben kaldım pigme!!! Oysa haksızlık değil miydi? Ben neden uzamıyordum? Annem konu komşuyla ikeresinde muhabbette abime çocukken alman maması yedirdiğinden bahsetmişti. Cengaver gibi atıldım o an artık nasıl içimde kalmışsa boy fakirliğim "beni japon mamasıyla mı besledin anne ben neden böyle minik kaldım?" diyiverdim.

İki kardeş ikiz gibi büyürken genelde hep tabiri caizse keklenen taraf ben olurdum. Cingöz abim durduk yerde ev eşyalarını bana satardı, bende artık nasıl bir kafadaysam hemen ondan satın alırdım. Bu sayede harçlıklarıma el koymuş olurdu. Hiç unutmam bi keresinde buzdolabını satmıştı bana !!! İnanmıyorsunuz değil mi? Valla bak "fuli sana buzdolabını satayım mı?" dedi. Ben de nasıl bi aç obursam oley dedim cebimdeki parayı verdim abime. Açıp açıp baktım dolaba çiğ sebzelerle ne yapacaksam? Sonra annem geldi yemek pişirmek için dolabı açacaktı atıldım önüne kapağın "dur o benim dolabım" dedim. Annemin bakışı yeterince netti ve herşeyi açıklıyordu. Ellerim böyle boş boş mu kalacaktı diye mırıldanmak düşmüştü bana.

Beklenti / 2010

2009un son saniyelerinde hiç bir sene bitiminde yaşamadığımız kadar büyük bi sevinç yaşadık ben ve arkadaşım Aslı. Nasıl yormuş yıpratmıştıysa bizi, bir an önce bitsin istedik o an sadece. Aslında biliyorum ki 31 aralığın 1 ocaktan pek farkı yok sadece ertesi sabah işe gitmek için koştur koştur çıkmadık evden. Ama yine de farklıydı bizim için o saniyeler çünkü 2009 bitiyordu.

Artık 2009 gitmişti bitmişti ve belkide 2010 bize çok güzel haberlerle gelecekti ya da biz de herkes gibi 2010'a çok büyük anlamlar yükledik. En azından Aslı'nın hakkıydı sanırım 2010'dan en güzel haberleri beklemek dileklerinin gerçekleşmesini istemek. 10 dan geri sayarken 0 dediğimiz an büyük bir sevinç yaşadık. Aslıyı en çok anlayabilen kişi annemdir sanırım ki takriben onun yaşındayken annesini aynı illet hastalıktan kaybetmişti. O bile bizim sevincimize şaşırıp kaldı.

Benim bu sene için çok büyük beklentilerim yok. Sadece gezip görmeyi istediğim yerler var oralara gidebilmeyi diliyorum. Arada bir kocaman İstanbuldan kaçıp başka şehirlerde görmek, küçücük şehirlerde insanların dingin hayatlarına 2 günlükte olsa misafir olmak çok zevkli.

Ocak ayında olmamıza rağmen dışarıda şaşırtıcı bir hava var. Üşütmeyen püfür püfür bir rüzgar içimde bir an önce yaz gelsin heyecanı var. Bugün hortladı kendisi muhtemelen ılık rüzgar kandırdı ruhumu beynimi. Gezign ruhum hortladı bugünlerde yine sanırım. Sitelerde gezinip duruyorum, turlara bakıyorum, nerlere gitmedim nereleri görmek istiyorum tek tek işaretliyorum.

BEN BİR KÜÇÜK CEZVEYİM KÖŞE BUCAK GEZMEYİM :)

Savaş

Günaydın sevgili okur. Blog yazıları tarihimde bir ilke imza atıp karga henüz uyanmadan pireler dağılmadan bir yazı yazıyorum. Bir sebebi var elbet boşa değil. Çok büyük bir savaş veriyorum bugün beynimle.

Şöyle izah edeyim; şu uyku denen olgu ile oldum olası arayı düzeltemedik. Kendisini çok seviyorum ve fekat olmadık zamanlarda geliyor olmasına, geldiğinde bazı anlar bir türlü gitmemesine hatta uyanmış olduğumda bile inatla bünyemi terk etmemesine kılım. Hatta bazen düzenimi şaşıp azıcık geç uyuduğumda bile bünyemi alt üst edip sarhoş etmesine nasıl gıcığım bilemezsiniz.

Sabahları 05 50 de uyanıp sallana sallanah azırlanıp 06 20 de evden çıkıyorum. Uzuncana bir yol kat ettiğimden genelde servis ikinci yatağım oluyor hmencik uykuya dalıyorum. Aslında sorun tam burada başlıyor. O servisin uykusu nasıl derin nasıl güzel ise artık bir daha ayılamıyorum efenim. Çarpa çarpa yürüyorum, giriş kartımı turnikelere okutamıyorum vs vs. Her gün bi dolu komiklik geliyor başıma.

Ofise geldiğimde ise battaniyeden bozma şalımı yastık yapıp vuruyorum kafayı uyuyorum. O kadar erken çıkmamla doğru orantılı şirkete de o kadar erken geliyoruz ki bazen 07:15 i bulabiliyor bu saat. Haliyle mesai başlangıcına kadar uyumak hak oluyor bana (kendimce). Ama bahsettiğim gibi geldiğinde gitmediğinden uyansam da bünyemi terk etmediğinden ayılmak hak getire. Adım uykucuya çıktığından bir savaş ilan ettim beynime.

Bu sabah servise biner binmez uyumadım direndim. Taktım kulaklıkları gözlerimi açtım çakmak çakmak diktim dışarı. Yoldan geçen arabalar sayılacak kuzu misali geçselerde yanımızdan ben kaale bile almadım. Masama geldiğimde kulaklıkları çıkarmadan çalan şarkılara eşlik ederek beynimle savaştım. İnsan ekndi beyni ile bu kadar mücadele eder mi? Yazık değil mi bana?

Baktım müzik kesmeyecek gözler kayıyor aldım elime makası dünden kalan dosyalarımın etkietlerini kesmeye başladım ki en gıcık kaptığım işlerin başında gelir kendisi. Anaokulu çoğcuğu misali kırt kırt dakikalarca kesmek işkencedir. Benden sonra içeri giren arkadaşım halime şaşırmış olacak ki genelde uyurken bulurlar beni "sabah sabah rüyanda mı gördün" şaşkınlığını yaşayıp öyle geçtiler yerlerine.

Neyse savaşı şu dakikalarda kazandım gibi görünüyor ama öğlene doğru her an devriledebilirim bilemedim. Aslı geldi "gel kahvaltı yapalım" dedi. Çayımın şekerini de karıştırır mı acep? Sahiden ben mi kazandım şimdi?

Pazartesi, Ocak 4

Yaşasın ctrl C + ctrl V


Yılın ilk yazısını yazıyorum hadi hayırlı olsun. Arkadaşım Beyhan şimdi bunu yazdığımı görse hangi ara yazdın diye şaşırabilir ya da onca işi bırakıp bi de yazı mı yazdın diye beni tepeleyebilir kestiremedim şimdi tepkisini neyse mola ayağına yırtabilirim belki.

Ofis canlılarının yegane dostu bilgisayarlarıdır. Ana baba sevgili eş dosttan çok ona bakar ona dokunur ona bişiycikler olmasın diye gözünüzden sakınırsınız. Bende bir ben var benden içeri misali o bilgisayarın içinde 2 de komut vardır. Kopyala ve yapıştır. Bunu icat eden sevgili bill amcaya bugün o kadar dua ettim ki cennete mekanın hazır o derece.

Yılın ilk iş gününe hızlı bir başlangıç yaptım sevgili okur. Önce buzzzzz gibi soğuk havada yarım saate yakın servis bekledim. Şöförümüz tatil rehavetinden uyanamayıp uyuya kalmış. Benden önce binen arkadaşım arayarak uyandırmış. Kendisinin uyanıp ilk durağa gidip arkadaşı alıp bana gelmesi nereden baksanız 20 dk. Benimde yürüme ve bekleme faslım 10 dk. Dondum brrrrrr. Soğuk duştan sonra lapa lapa yağmış abanttan hallice olan karı görünce çocuklar gibi şenlendim yahu.

Sonra rutin haftalık toplantılardan birine girdiğimde gördüm ki 2010 bekleyen işler artık biz daha da beklemezük diyorlar. Kafama kafama kakılıyorlar. Ulen nasıl yapsam da en az hasarla şu işleri bitirsem dedim ki bir gol de başka bir departmandan geldi. Bilgi sistemleri departmanındaki bir arkadaşın yaptığı bir hata yüzünden 2000 küsür veri hoop havaya uçmuş. Tek tek o verileri girmekten işaret ve baş parmağım nasır tuttu.

Tabii ki bundan şikayetçi deilim. Ya kopi pest olmasaydı hı? Ya ben o verileri elle tek tek tek girseydim hı? Excelin de kopinin de pestin de gözünü seviyim. Sen ne güzel şeysin ctrl c ctrl v