Pazartesi, Ekim 5

Posta Kutuma Düşenler 3


Çok mail forward etmem sevmem, fw fw fw diye edenide sevmem. Bazen öyle mailler geliyor ki güzelmiş diyerek paylaşıveriyorum bende. E malum artık bi blog sahibiyim burdan yayınliyim deyiverdim arada bir gözüme takılanları. İşte bu yazıda yine onlardan birisi ama yeni değil. Neredeyse 4 senedir sakladığım bir yazı.


Ta Kendin Gibi


“Ta kendin gibi” olabilmek özgürlüktür.
Ta kendin gibi olamadığın ilişkiler, tutukluluk hallerindir.

Olduğun gibi olduğun; kusurlarınla, kendine özgü davranışlarınla kucaklanmadığın ortamlar adı her ne olursa olsun, kağıt üzerinde ne kadar doğru gözükürse gözüksün senin değildir ya da sen oraya ait değilsindir. Kapının dışında korkunç bir susuzluk hüküm sürerken; kuyumcu dükkanında, ayak altında “bir su damlası”, bakır çorba tasının yanındaki altın çatalsındır.

Belki de, jilet gibi giyinip, bütün gün rol yaptığın bol maaşlı muhteşem bir işin başında, kafadan “hatalı” olduğun sekiz sekizlik muhterem bir eşin yanında değil de; karşılığında küçücük de olsa bir öpücük aldığın bir uğraşıda, iyi kötü, ta kendin gibi olduğun için sevildiğin bir itilmişin yanında, çok daha mutlu olacaksındır.

Tanınmaz hale gelmiş hücreler görülür;
ölmüş sevgiler mikroskop altına yatırıldığında, patolojilerine bakıldığında.

Yalan söyler James Bond filmleri. Sadece bir kere yaşanır.
“...hayat sunduğun bir armağandır, başka bir insana” demez Behramoğlu,

yaşadıklarından öğrendiklerinin son mısralarında.

En fazla hayatını kaybedersin ta kendin gibi olduğunda.
Ama zaten hayat kafadan kaybedilmemiş midir, sen bir başkası olduğunda,

olup kurtulduğunu sandığında?

Yirmi bir sene olabilir toplam yaşamın;
Kırkiki de, seksen dört de. Ama ne önemi vardır bir ondalık rakamın, evrenin sonsuz yaşında,
virgülün sağında, sonsuz küsurun yanında, “e+”nın sonunda?

Çöldeki bir kutup ayısı da olsan, bir deve gibi davranmamalı;
ayılığınla iftihar etmeli, 45 derece santigratta bile kış uykusuna yatabilmelisin.


İlk gün göstermelisin kelini. Kabak gibi ortada olmalı zaafların.
Sevdiğini cart diye söyleyebilmeli, nefretini de belli etmelisin

Sakladıkların, oynadıkların, “mış” gibi yaptıkların;
yatsı vakti yağan yağmurun altındaki mum, fırtınadaki takke,
pamuk ipliğine bağlı
tekne, Bağdat’tan dönmüş hesap, elmasın altındaki foyadır.

Az sonra rüzgarın dineceğini, yere çakılacağını bilse bile; nasıl mutluluk duyar bir uçurtma,
ipi koptuğunda; ya da neler hisseder bir tren tarlalara dalarken, raydan çıktığında?

Kulağına fısıldanmış bir “seni seviyorum” anlamlıdır; sen senken ve sen seni bilirken.
Aksi halde “onu seviyorum”dur tercümesi,
fısıltı ensende patlarken.

En güzel yollar, çıkışı olmayan konforlu otoyollar değil, dikenlerin arasında kendi oluşturduğun patikalardır.

Parmak izi gibi, her olay, herkes farklıdır. Hiç kimse “birisi gibi olmak” zorunda değildir.

Şablonlara uymasa da beyninle, bütün dünya karşı çıksa da doğru bildiğin eylemlerinle,
eğri büğrü de olsa bedeninle,
ta kendinle iftihar etmelisin.

Böyle olduğun için sevilmeli,
öyle olduğu için sevmelisin.

Ta kendin gibi olmalı, ta kendin gibi ölmelisin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

"kafan çok güzelmiş güle güle kullan"